Research - (2022) Volume 15, Issue 86

Fahriye in Pseudonymous Couplets: The Example of the Fehim-i Kadim Divan
BAHANUR OZKAN BAHAR*
 
Department of Turkish Language and Literature, Turkey
 
*Correspondence: BAHANUR OZKAN BAHAR, Department of Turkish Language and Literature, Turkey, Email:

Received: Mar 01, 2022, Manuscript No. jisr-22-57728; Editor assigned: Mar 03, 2022, Pre QC No. jisr-22-57728 (PQ); Reviewed: Feb 17, 2022, QC No. jisr-22-57728; Revised: Apr 22, 2022, Manuscript No. jisr-22-57728 (R); Published: Mar 29, 2022, DOI: 10.17719/jisr.2022.57728

Abstract

In the tradition of divan poetry, fahriye, which can be defined as the poet's boasting of himself and his art, has been used in many forms, especially in eulogies. Fahriye is the mention of the poet's talent, his verse, his prose, the power of his pen in exaggerated expressions with one or more verses. Initially, the function of the fahriye sections, which poets used as a means to convey their wishes to the elders of the state with whom they presented their odes, changed over time and the number of verses increased. In addition to this, fahriye have started to be seen in other forms of verse. After the odes, fahriye examples are most commonly found in the pseudonym verses of ghazals. When these verses are analyzed, it is seen that poets praise their poetry and poetry with certain phrases.These similar expressions used by poets when they tefahür (reflect) also convey their views on poetry, poetry and art.

In the study, the verses of the ghazals of Fehîm'i Kadim, one of the poets of the 17th century, will be discussed.The pseudonym couplets of Fehîm, who is the representative of the Sebk-i Hindi movement, are the last in terms of fahriye is extremely rich.The verses of the poet's tefahür (reflection) were taken into account and translated into modern Turkish.Based on these verses, it was determined how Fehîm evaluated his own poetry and poetry and what expressions he used when making these evaluations. These data were tried to be classified, exemplified and processed under certain headings.

Keywords

Fehîm-i Kâdim, the pseudonym, fahriye (praise).

Öz

Divan şiiri geleneğinde, şairin kendisi ve sanatıyla övünmesi olarak tanımlanabilecek fahriye başta kasidelerde olmak üzere pek çok nazım şeklinde kullanılmıştır. Fahriye bir ya da birkaç beyitle şairin yeteneğinden, nazmından, nesrinden, kaleminin gücünden mübalağalı ifadelerle bahsetmesidir. Başlangıçta, şairlerin, kasidelerini sundukları devlet büyüklerine isteklerini iletmek için bir vasıta olarak kullandıkları fahriye bölümlerinin işlevi zamanla değişime uğramış ve beyit sayısı artmıştır. Bununla birlikte fahriyeler diğer nazım şekillerinde de görülmeye başlanmıştır. Kasidelerden sonra fahriye örneklerine en çok gazellerin mahlas beyitlerinde rastlanmaktadır. Bu beyitler tahlil edildiğinde şairlerin şiirlerini, şairliklerini belirli kalıp ifadelerle övdükleri görülmektedir. Şairlerin tefahür ederken kullandıkları bu benzer ifadeler, aynı zamanda şiire, şaire, sanata dair görüşlerini de aktarmaktadır.

Çalışmada 17. yüzyıl şairlerinden Fehîm-i Kâdim’in gazellerinin mahlas beyitleri ele alınacaktır. Sebk-i Hindi akımı temsilcisi olan Fehîm’in mahlas beyitleri fahriye açısından son derece zengindir. Şairin tefahür ettiği mahlas beyitleri dikkate alınmış ve günümüz Türkçesine çevrilmiştir. Bu beyitlerden yola çıkarak Fehîm’in kendi şiirini ve şairliğini nasıl değerlendirdiği, bu değerlendirmeleri yaparken hangi ifadeleri kullandığı tespit edilmiştir. Bu veriler belirli başlıklar altında sınıflandırılmaya, örneklendirilmeye ve işlenmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Fehîm-i Kâdim, Mahlas, Fahriye.

1. Giriş

Fahriye sözcüğü, övünme, büyüklenme, böbürlenme, kıvanç gibi anlamlara gelen “fahr” kökünden türemiştir. Manzumelerde, şairin kendisi ve sanatıyla övünmesi manasına gelen fahriye aynı zamanda kasidelerdeki bir bölümün de adıdır. Kasidelerde methiyeden sonra, duadan önce gelen ve şairlerin genellikle terk etmediği fahriye bölümü, tıpkı methiyelerde olduğu gibi mübalağalı ifadelerle, şairin kendisini övdüğü bir mecradır. Fahriye denilince akla her ne kadar kasidelerin ilgili bölümü gelse de aslında farklı nazım şekillerinde bir ya da birkaç beyitle fahriyeye rastlamak mümkündür.

Divan şiirindeki ilk örneklerine 14. yüzyılda rastlanan ve 16. yüzyıla kadar benzer bir seyir izlediği görülen fahriyelerde temel amaç şairin kendisini övmek değildir. Bu yüzyıllarda şairlerin, fahriye beyitlerini, memduhlarına taleplerini ileten bir vasıta olarak kullandıkları görülmektedir (İsen, 2002, 13). Başlangıçta bu amaca hizmet eden, bir ya da birkaç beyitten oluşan, hatta methiye ile iç içe geçmiş bir görüntü arz eden kasidelerdeki bu bölümün zamanla hacminde ve mahiyetinde değişim yaşanmıştır.

16. yüzyıla gelindiğinde Divan şiirinin hemen hemen tüm unsurlarında olduğu gibi fahriyenin de bazı standartlara sahip olduğu görülür. Şiir geleneğimizdeki bu tekâmül şairlerdeki özgüvenle birleşince fahriyeler, daha çok şairin bizzat kendisini övdüğü, bunun için daha uzun tamlamalar kullandığı, ifadelerin çeşitlenip zenginleştiği hatta beyit sayısının arttığı bir kısım görünümü kazanmıştır.

Fahriye ile ilgili yapılan çalışmalarda 17. yüzyıl ve bu yüzyılın büyük şairi Nefî daima bir kırılma noktası olarak ele alınmıştır. Methiye ve hicviyede de zirve kabul edilen şair fahriye için de aynı ehemmiyeti taşımaktadır. Nefî her ne kadar fahriye denince akla gelen ilk isim olsa da aslında 16. yüzyılın büyük şairi Bâkî, adeta Nefi’nin habercisidir. “Bakî’nin fahriyeciliği, Nef’î’ninki ile aynı düzeyde olmamakla birlikte, kendi çağdaşlarınınkinden öndedir (Mum, 2013, 220)”. Zira aşağıdaki iki beytine bakılarak bile şairin fahriyeyi çok ileri bir boyuta taşıdığı görülebilir: Bu devr içinde benem pâdişâh-ı mülk-i suhan

Bana sunıldı kasîde bana virildi gazel (Matla 13)

Meddâh olalı çeşm-i gazâlânene Bâkî

Ögrendi gazel tarzını Rûmun şu’arâsı (G. 508/7)

Nefî’nin kaside nazım şeklindeki bir nat’a kendi övgüsüyle başlaması, muakkibi olan ya da olmayan birçok şairi tesiri altında bırakmıştır. Şairin divanında ilk sırada yer alan “sözüm” redifli kasidesi (Akkuş, 2018: 27) fahriyelerdeki dikkate şayan değişimin tezahürüdür. Nitekim bu yüzyıldan sonra yazılan kasidelerde fahriye, 17. yüzyıldakine benzer bir görünümde ve şairlerin genellikle terk etmedikleri bir bölüm olacaktır (İsen, 2002, 19).

Buraya kadar kasidelerde yer alan fahriye kısmına değinilmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi fahriye sadece kasidelerde bulunmamakta, mesnevi, kıta, gazel, rubâî gibi birçok nazım şeklinde de kullanılmaktadır. Bağdatlı Rûhî, Hâleti, Nâbî, Nahîfî, Fevzî, Fâsih Ahmed Dede, Arşî rubailerinde tefahür eden şairlerden bazılarıdır (Çalka, 2014, 93-212).

Mesneviler de fahriye kullanımlarına rastlanan nazım şekillerinden bir diğeridir. Sebeb-i telif bölümlerinde şairler mesnevi yazma sebeplerini benzer şekillerde açıklarlar. Devlet adamlarından şaire teklif gelmesi; Arap ya da İran edebiyatlarında yaygın olan ancak Türk edebiyatında işlenilmemiş bir konunun bulunması; şairin adının kalıcı olmasını istemesi; eserinin topluma faydalı olacağını düşünmesi; dost meclislerinde kendisine yazması için ricada bulunulması şairlerin mesnevi nazmetmek için kullandıkları yaygın sebeplerdir (Önal, 2007, 118-120). Zikredilen bu başlıklara bakıldığında şairlerin, eserlirini yazma nedenini açıklarken aynı zamanda tefahür ettiği görülür. 18. yüzyıl şairlerinden Sâlim, Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinde meseleyi bir adım öteye taşıyarak eserine 47 beyitlik fahriye kısmı eklemiştir (Sevgi, 2007, 27).

Farklı nazım şekillerinde örneklerine rastlanılsa da kasidelerden sonra fahriye için şairler en çok gazelleri, gazellerde ise mahlas beyitlerini tercih etmişlerdir. Gazellerin mahlas beyitlerinde şairin tefahür etmesinin kaside nazım şekillerinde bulunan örneklerinden daha dikkat çekici olduğu bir gerçektir. Zira kasidede bu adla bir bölümün bulunması ve şairlerin tefahürüne ayrılması adeta onlara verilen bir hak görünümündedir. Bunun yanında gazelin ilk beyitlerinde maşukuna karşı ağlayan, inleyen, ah eden, aşkı için dilenci olan, daima vuslat talip eden, hatta küçük bir bakış için yalvaran ve bundan ar etmeyen şair, mahlas beytinde bambaşka birisi olarak karşımıza çıkar. Dilenen, isteyen, yalvaran, zavallı görüntüsünden uzaklaşır; son derece kendine güvenen bir üslup ile bazen daha ileriye giderek erkekçe, yiğitçe, meydan okuyan bir tavırla kendisi ile tefahür etmeye başlar.

Gazellerde, sevgilisini överek padişahlık makamına kadar yükselten şair, kendisini sevgilisinin karşısında kul, köle, dilenci olarak gösterir. Gelenek için son derece alışılagelmiş bu durum mahlas beytine gelindiğinde ciddi bir değişime uğrar. Çünkü artık konu değişmiş ve şairin sanatına gelmiştir. İşte bu mahlas beyitlerinde şairin tevazudan son derece uzak olduğu, kalemi, yeteneği, sözü, nazmı ve inşası ile övündüğü görülür. Övünürken kendisini Arap, İran edebiyatlarındaki büyük şairlerle mukayese eder ve kendisini onlardan üstün tutar. Mahlasını kullanarak kendisine seslenen şair, bu beyitlerde, kasidelerdeki fahriye bölümlerini aratmayacak mübalağalı ifadelerle ne denli büyük bir söz üstadı olduğundan bahseder.

Divan şiiri geleneğinde, kasidelerdeki fahriye bölümlerinde, şairin, bilinen övgü kalıpları ile aslında ideal şair nasıl olmalı sorusuna cevap aradığı, belirtilmektedir (İsen-Durmuş, 2007, 42). Yani şairlerin fahriye bölümlerini sadece kendilerini övme amaçlı kullanmadıkları aynı zamanda şiire, sanata dair görüşlerini aktardıkları bir mecra olduğu eklenir. Dolayısıyla aynı bilgilere ve genellemelere, fahriye ile ilgili çok zengin bir birikim ihtiva eden mahlas beyitlerinden yola çıkılarak da ulaşılabileceği düşünülmektedir. Bu birikim fahriye ile ilgili çalışmalara kaside nazım şekli dışındaki diğer formları, özellikle mahlas beyitlerini çalışmayı gerektirmiş ve konu ile ilgili yapılan çalışmalar yaygınlaşmıştır.1

Gazellerin mahlas beyitlerinden yola çıkılarak yapılan çalışmalarla şairin şiir, sanat, edebiyatla ilgili görüşlerine ulaşılabileceği belirtilmiştir. Kendisi ile övünüyormuş gibi görünen şair aslında ideal olanın bilgisini de okuyucusu ile paylaşmaktadır. Bu bağlamda yapılan çalışmalarda şairlerin kendilerini överken belirli benzetmelere yer verdikleri, benzer kalıp ifadeleri kullandıkları görülmektedir. Şairin yeteneğine ve mizacına göre bazı farklılıklar olsa da şiirlerini tanımlamak için benzer bağlamlar kullanmışlardır:

• Mücevher, Değerli Taşlar ve Nesneler Bağlamında

• Mucizevi, Sihirli ve Sırlarla Dolu Olması Bağlamında

• Yeni, Taze ve Orijinal Olması Bağlamında

Şairlikleri ile tefahür ederken de aşağıdaki başlıklarda verilen yollara başvurmuşlardır:

• Kendilerini Büyük Şairlerle Mukayese Etmeleri

• Çağdaşı Olan Şairlere Meydan Okumaları

İşte bu ortaklıklar şairlerin yeteneklerinin birbirine yakınlığından ziyade, ideal olanın, hayal edilenin, olması gerekenin bilgisini paylaşmalarından ileri gelmektedir. Yani kasidelerdeki fahriye beyitlerine bakılarak yapılacak değerlendirmelere ve sonuçlara benzer şekilde gazellerin mahlas beyitlerine bakılarak da ulaşılabileceği düşünülmektedir.

Tüm bunlara ek olarak mahlas beyitlerinde şairlerin övünürken en çok kullanılan sözcükler, sanatlar ve kavramlarla birlikte, fahriyenin yüzyıllara göre değişimi, daha çok hangi şairler tarafından tercih edildiği gibi bazı bilgilere de ulaşılabilir.

Fahriyeler yukarıda belirtilen tüm özelliklerinin yanında Divan şiiri geleneğinde şiire, şaire, söze, kabiliyete verilen ehemmiyetin de tezahürüdür. Şiir nasıl olmalı, şair nasıl yazmalı sorusuna bizzat şiirin içerisinde bu ölçüde yer verilmesi kuvvetle muhtemel başka hiçbir edebi gelenekte görülemez. Gelenekte şiir, şair, söz söyleme o kadar kıymetlidir sevgilinin bile bunlardan anlayanı makbuldür:

Olmışam bir şûh-tabı sevmede sâbit-kâdem

Ey Fehîm elhak suhan-ver dilrübâdan kim kaçar (G. 46/7)

Bu çalışmada 17. yüzyıl ve Sebk-i Hindî şairlerinden Fehîm-i Kâdim’in mahlas beyitlerindeki fahriye işlenmeye çalışılacaktır. Fehîm-i Kâdim’in fahriye için önemli bir asır olan 17. yüzyıl şairi olması ve gazellerindeki mahlas beyitlerinin konu bakımından zenginliği tercih sebebi olmuştur. Çalışmada yalnızca gazellerin fahriye muhtevalı mahlas beyitleri dikkate alınmıştır. Bu beyitlerden yola çıkarak, Fehîm-i Kâdim’in şiir ve şair anlayışı, kendisini hangi sözlerle övdüğü, hangi özelliklerini öne çıkardığı, kimlerle mukayese ettiği gibi bazı bilgilere ulaşılmaya çalışılacaktır. Tahir Üzgör’ün Fehîm-i Kâdim Hayatı, Sanatı, Dîvân’ı ve Metnin Bugünkü Türkçesi adlı eserinin dikkate alındığı çalışmada “Şairliği ile alakalı tefahür” ve “Şairliği dışındaki vasıfları ile tefahür” olmak üzere iki temel başlık bulunmaktadır. Bu başlıklardan ilki bazı alt başlıklara ayrılıp incelenmiştir.

Fehîm-i Kâdim’in Mahlas Beyitlerinde Fahriye

Şairin fahriye beyitlerinin ele alınacağı bu bölümdeki ilk beyitte şair, şiirleri ile övünmeyi doğru bulmadığı, hoş karşılamadığı söyler. Bu görüşüne rağmen şair her fırsatta tefahür etmekten imtina etmez. Aşağıdaki beyitte şairin, şiiri mucize bile olsa övünmemesi gerektiğini, söyler. Nerede hoş edalı olmayan şiirler söyleyen bir şair görse kendilerini beğenmiş olduklarından şikâyet eder:

Şiri icâz olsa da fahr eylemez âdem Fehîm

Kanda bir nâ-hoş-edâ şâir görürsem hod-pesend (G. 43/5)

Ey Fehîm! İnsan şiiri mucize olsa da övünmez. Nerede edası nahoş bir şair görsem kendini beğenmiş olur.

2. Şairliği ile Alakalı Tefahür

a. Şiirlerini Değerli Taşlara Benzettiği Beyitler

Edebi metinlerde duyguların, düşüncelerin etkili bir biçimde ifadesi hususunda, kıymetli taşların renkleri, şekilleri, tesirlerinin yanı sıra haklarında teşekkül etmiş olan inanç ve adetler de göz önünde bulundurulmuştur (Kırbıyık, 2007, 62). Divan şiirinde dürr, sadef, cevher, lal şairlerin şiirlerini tarif ederken başvurdukları kıymetli taşlardan bazılarıdır. Taşların estetik bir görünüşe haiz olması, kıymetli olması, ulaşılması güç olması gibi bazı amillerden ötürü şairler, şiirlerini bu taşlara teşbih ederek izaha çalışmışlardır. Fehîm’in de şiirleri ile övünürken bu değerli taşlardan istifade ettiği görülmektedir.

Dür-i nazm-ı Fehîmâ oldugı hurşîd-veş rûşen

Kemâl-i safvet-i deryâ-yı tab-ı pâkdendür hep (G. 12/7)

Fehîm’in şiirlerinin incesinin güneş gibi hep parlaması, temiz yaradılış deryasının mükemmelliğinden kaynakladır. İtse Fehîm la1-i arak-nâkini hayâl

Dürr-i kelâmı zîver-i gûş-ı sürûş olur (G. 88/5)

(Şayet) Fehîm, sevgilinin ter içinde kalmış dudağını hayal ederek şiirini söylerse, söz incisi melek kulağının süsü olacaktır.

Zînet-fezâ-yı bâzû-yı icâz olan güher

Ikd-ı Fehîm-i mucize-perdâza bestedür ( G. 93/7)

Mucize kabiliyetinin süsünü artıran inci, mucizeler düzen leyen Fehîm’in ipine bağlıdır.

Her dürr-i nukat kim ana bu nazm sadeftür

Reşk ile Fehîmâ sebeb-i eşk-i güherdür (G.106/11)

Ey Fehîm, senin bu inciye benzeyen şiirin, diğer tüm incilerin kıskançlıkla ağlamasına sebep olmuştur.

Gûş-ı zemânede dür-i nazmum gibi Fehîm

Bî-kadr ola cevâhir-i eşâr tâ-be-key

Ey Fehîm, zamane insanlarının kulaklarında (tıpkı) nazım incilerim gibi şiir cevherim de ne zamana kadar değersiz olacaktır?

Olmaya âb u tâbda hem-ser-i gevher-i Fehîm

Bahr-ı ademde beslese nice güher bu nüh-sadef (G. 156/5)

Bu dokuz sedef, yokluk denizinde ne kadar cevher beslerse beslesin, onlar güzellikte Fehîm’in cevherinin eşi olamaz.

Hemvâre Fehîmâ’nun manzûm olur elfâzı

Âyâ güher-i tabı hep süfte midür bilsek (G. 171/5)

Fehîm’in sözleri daima manzum olur. Acaba yaradılışının incisi hep delik (ölçülü) midir, bilsek.

Sözlerüm cevher-i mazmûn u hayâl oldı Fehîm

Neyleyem ben hazef-i tevriye vü tecnîsi (G. 289/8)

Ey Fehîm, sözlerim hayal ve manzum cevheridir. Tevriye ve cinas kırıntılarıyla ne yapayım.

Ol Fehîm-i pür-zamîrem kim nukât-ı hatt-ı nazmum

Şeb-çerâg itdüm şuâ-ı mihr-i tab-ı rûşenümden (G. 238/7)

Parlak yaradılışımın güneş ışığından, şiirimin yazısının noktalarını kıymetli taş (şeb-çerâğ) yapan o Fehîm benim.

b. Şiirini Mucize/Sihirli Olarak Ele Aldığı Beyitler

Şiir geleneğimizde şairler eserleri ile övünürken zaman zaman onların mucizevi olduğundan, sihirli olduğundan bahsetmişlerdir. Bu sihirleri yapanları yani kendilerini de sihirbaza, büyücüye benzetmişlerdir. Söz konusu sihir ve büyü olduğundan kendilerini Harut ve Marut ile özdeşleştiren şairler, şiirlerini ise Babil kuyusu ile anmışlardır. Manzumelerinin tesirini ve kıymetini anlatmak için de Hz. İsa ve Hz. Musa gibi peygamberleri zikrederler. Şiirleri Hz. İsa’nın nefesi gibi ölülere hayat vermektedir ve Allah ile tekellüm etmesinden dolayı Kelîmullâh lakabını alan Hz. Musa’nın sözlerine benzemekte yani mucizeyi andırmaktadır.

Mevc-hîz eyler dem-i Rûhü’l-kuds her dem Fehîm

Sihr-i icâz-ı Mesîhâ’dur kelâm-ı pâkümüz (G. 128/7)

Ey Fehîm, bizim sözümüzü Cebrail’in nefesi her an dalgalandırdığından İsa’nın mucizevi sihirleri gibidir.

Sözlerüm nüsha-i icâz-ı Kelîm oldı Fehîm

Dûrdur nisbet-i sihri suhan-ı pâkümden (G. 236/8)

Sözlerim Musa’nın mucizevi muskası olduğundan temiz sözlerim büyünün tesirinden uzaktır.

Gördi icâz-ı helâk-i tîg-i tabumdur Fehîm

Eyledi teslîm şirüm gamze-i câdû-yı dost (G. 23/8)

Ey Fehîm, dostun sihirbaz gözü, yaradılışının helak edici kılıcındaki mucizeleri gördüğünde şiirinin hakkını teslim etti.

Fehîm'i itmeğe icâz-ı nâzm ile mümtâz

O pür-füsûn nigeh-i şâirânedür bâis (G. 28/7)

Fehîm’i, mucizevi şiiri ile seçkin yapan (sevgilinin) sihir dolu şairane bakışıdır.

Mucize şir ile şimdi Fehîm

Şehrde bir şâir-i meşhûrdur (G. 74/8)

Şimdilerde Fehîm mucize şiirleriyle şehirde meşhur bir şairdir.

Şirüme eyler Fehîm ol meh nigâhın âşinâ

Şâhid-i sihrüm görüp icâz-ı dâman-bûs olur (G. 87/7)

Ey Fehîm, o ay gibi güzel sevgilinin bakışları şiirime alışırsa, sihrimin şahidi ve mucizenin etek öpeni olur.

Seyr itdüm dün Fehîm’ün tarz-ı sihr-i şirini

Böyle kalursa eger muciz-tırâz-ı dehr olur (G. 85/5)

Dün Fehîm’in şiirlerinin sihir tarzını seyrettim. (Şayet) şiirleri böyle kalırsa dünyanın mucizevi üslubu onunki olur.

Sâhir-i muciz-kelâmuz şâir-i şûhuz Fehîm

Ne füsûna râgıbuz ne mâil-i efsâneyüz (G. 134/5)

Ey Fehîm, biz mucize sözlerin büyücüsü şuh bir şairiz. Ne sihre rağbet ederiz, ne de efsaneye meylederiz.

Çeşmünü vasf eyleyüp sihr eylemiş muciz Fehîm

Şekl-i efsûnıyla bir âhû-yı câdûdur demiş (G. 143/5)

Mucize söyleyen Fehîm gözlerini tarif ederek bir sihir yapmıştır ve büyülü görüntüye sahip bir ahudur, demiş.

Câdû-yı hayâlünle Fehîm oldı bu şîve

Endîşe-i muciz-fen-i sehhâruna mahsus (G. 146/7)

Ey Fehîm, senin cadı hayalinle bu tarz ortaya çıktı (ve bu senin) sihirbazlıktaki sanatının mucizevi fikrine mahsustur.

Teshîre kâdir olamadı ol perî dahı

Âlemde bir Fehîm gibi sihr-sâz hayf (G. 159/9)

Yazık ki dünyada Fehîm gibi bir sihirbaz bile o periyi etkilemeye kadir olamadı.

Fehîm’i sâhirem ben eylesün gamze beni ilzâm

Olur gerçi füsundan mâlik-i icâz müstagnî (G. 287/6)

Ben sihir yapan Fehîm’im! (Sevgilinin) bakışı beni susturamaz çünkü mucizenin sahibine sihir fayda etmez.

Biz nâkilân-ı sihr-i Fehîm’üz ki âlemi

Dem-beste eyledi suhan-ı dil-pezîrümüz (G. 129/5)

Biz Fehîm’in sihrinin anlatıcısıyız ki onun gönül alan sözleri âlemin sesini soluğunu kesmiştir.

c. Şiirini/Şairliğini Diğer Şiirler/Şairlerle Mukayese Ettiği Beyitler

Şairlerin şiirleri, şairlikleri ile övünürken kendilerini zamanın diğer şairleri ya da Arap, İran edebiyatlarındaki büyük şairlerle mukayese etmeleri en çok başvurdukları yollardan biridir. Kendilerini bu büyük şairlerle kıyaslar ve onlardan daha üstün oldukları iddiasında bulunurlar. Onlar Arap ya da İran coğrafyasında şöhret bulmuşlar ise kendileri de Rum diyarında meşhurdur. Hatta bu büyük şairler kendi şiirlerini görecek olsa aferin edip, beğeneceklerdir. Divan şiiri geleneğinde çokça tercih edilen bu tarzdaki iddialı ifadelere Fehîm divanında da rastlanmaktadır: Ben Fehîm-i şûh-tabı anmayun insâf edün

Var mıdur bir tâze-mazmûn şâir-i nâzük-mizâc (G. 29/7)

İnsaf edin de Fehîm gibi şuh yaradılışlı, nazik mizaçlı, yeni mazmunları olan var mıdır, söyleyin.

Merd-i bî-bâk-levendem şuarâ içre Fehîm

Zen-tabiat süfehâ gibi tazarruf ne belâ (G. 4/7)

Ey Fehim, şairler içerisinde korkusuz bir levendim. Kadın yaradılışlı sefillerin zarifmiş gibi görünmeye çalışmaları ne felakettir.

Rümûz-ı çeşmüni fehm itmedün Fehîm gibi

Zemânenün ki güzîn nütkedânıyız cânâ (G. 8/7)

Ey sevgili! Fehîm gibi, gözlerinin sırrını da anlamadın. (Halbuki) zamanın seçkin nüktedanıyızdır.

Hikmet üzre gerçi medh itdün mey-i nâbı Fehîm

Bilmedün amma ki sahn sanat-i Cem’dür şarâb (G. 14/7)

Ey Fehîm, gerçi saf şarabı hikmetli bir şekilde övdün amma şarabın Cem’in sanatı olduğunu bilmedin.

Teşbîh ü istiârene tahsîn senün Fehîm

Çok şâirün bu şîri pür-efsûn sükûtıdur (G. 71/5)

Fehîm senin teşbihine ve istiarene aferin. Bu sihir dolu şiir çok şairin susmasına sebep olacaktır.

Tarz-âmûz-ı ehl-i şir Fehim

Tab-ı şûh-ı suhân-tırâzumdur (G. 71/7)

Ey Fehîm, şairlere tarz öğreten (senin) güzel söz söyleyen şuh tabiatındır.

Bî-nazîr oldı Fehîm’ün sözi kim sevdügi şûh

Hem hayâ-perver ü hem dilber ü hem şâcirdür (G.107/5)

Şuh sevgilisi utangaç bir dilber olduğundan Fehîm’in sözü de benzersiz oldu.

Söylemen tab-ı Fehîm’ün niydügin bigâneye

Âşiyân-ı suhan hüsn-i beyanından bilür (G. 112/7)

Yabancılara Fehîm’in tabiatının nasıl olduğunu anlatmayın. Söze aşina olanlar (onun şiirini) ifadesindeki güzellikten bilirler.

Sohbet-i manâda olsun mı Fehîmâ’ya nazîr

Bir iki bî-hûde-gûy u şir ü inşâsı galat (149/5)

Bir iki gereksiz söz söyleyen, nazımı ve nesri yanlış olan mana sohbetinde Fehîm’e benzer olabilir mi?

Misli yokdur Acem’de gerçi Fehîm

Rûm’da Urfi’ye nazîr benem (G.206/16)

Ey Fehîm, gerçi Acem’de benzerin yoktur ama Anadolu’da Urfî’ye benzeyen (bir tek) benim.

Köhne oldı resm-i Hâkânî vü Şâhî vü Melik

Şimdi nev-peydâ Fehîm'ün tâze divânın görün (G.182/9)

Hâkânî, Şâhî ve Melik’in tarzları eskidi. Şimdi yeni ortaya çıkan Fehîm’in yeni divanını görmeli.

Görüp hasmum Fehîmâ sözlerüm kat-ı nizâ itdi

Olınca böyle olsa dünyede tîg-i zebân keskin (G. 242/6)

Ey Fehîm, sözlerimi görünce düşmanım kavgayı bıraktı. Olursa dünyada keskin dil böyle olmalı!

Ya Urfî'dür ya Tâlib ya Fehîm üstâd-ı kâmildür

Selîs ü âşinâ bir şâir-i şir-i garîb olsa (G. 254/5)

Fasih, tanıdık ve yeni bir şiirin şairi ya Urfî'dür ya Tâlib ya da kâmil bir üstat olan Fehîm’dir.

Nev-tarz u nev-âyîne bak şir-i Fehîm’ün

Taklîd-i zebân-ı köhne-i mâ-selef itme (G. 268/7)

Fehîm’in şiirinin yeni tarzına yeni edasına bak. Öncekilerin köhnemiş dillerini taklit etme.

İder şirün Fehîm ol şûh temyiz

Olam kurban-ı hüsn-i imtiyâz (G. 279/7)

Fehîm’in şiirini o şuh ayırt edebilir. Onun bu güzel seçiminin kurbanı olayım.

Melikü’l mülûk nazmam dese fahr idüp Nizâmî

Yine tabumun Fehîmâ olamaz kemîn tufeyli (G. 285/7)

Nizâmî övünerek şiir ülkesinin melikiyim dese Ey Fehîm, yine yeteneğimin küçük bir taklitçisi bile olamaz.

d. Çeşitli Şekillerde Tefahür Ettiği Beyitler

Şiirlerini değerli taşlara benzeten, muciz ya da sihirli olduğunu söyleyen ve bu yolda üstün oluğunu iddia eden şair bu gibi kalıp ifadelerin dışına çıkarak şiirini çeşitli benzetmelerle övmüştür. Fehîm kendisine şairlikte o kadar güvenmektedir ki şayet rüzgâr kendi tabiatından gül bahçesine doğru esse, o bahçedeki her bir gülü ateş dilli seçkin bir şaire çevirecek kudrete sahip olduğunu iddia etmektedir:

Bâg-ı tabumdan Fehîm esse gülistana nesîm

Her güli âteş-zebân bir şâir-i mümtâz olur (G. 89/7)

Ey Fehîm, rüzgâr yaratılış bağımdan gülistana eserse, (orada bulunan) her bir gül ateş dilli seçkin bir şair olur.

Görse nazmumda Fehîm ahter-i nutkum kızarup

Tâbiş-i şerm ile bahrun güheri ahker olur (G. 84/6)

Ey Fehîm, denizin incisi şiirlerindeki söz söyleme yıldızını (kudretini) görmüş olsa utancından parlayıp (kızarıp) kor olurdu.

Gülbün-i lafza degül mani târavet-yâb ise

Ey Fehîm itme tacaccüb kim zemînüm tâzedür (G. 94/6)

Ey Fehîm! (Sadece) sözlerin gül bahçesi değil manası da tazeyse bunda şaşılacak bir şey yoktur ki tarzım yenidir.

Hele tahkîk budur sen de kıl insâf Fehîm

Böyle güftâr-ı hâkîmâneye taklîd olmaz (G. 113/7)

Ey Fehîm, sen de biraz insaf et ki bu denli hikmetli sözler taklit edilemez.

Şîve-i şâhid-i nutkın ki Fehîm’ün yazaruz

Hüsn-i elfâzumuzı mani-i şeyda eylerüz (G. 131/7)

Fehîm’in sözünü sevgilisinin tarzı yazarız ki (Böylece) güzel sözleri aşığın manası ederiz.

İderler şevk-ı şirünle Fehîmâ

Harîm-i âsumânda kudsiyân raks (G. 145/9)

Ey Fehîm, senin şiirinin arzusuyla gökyüzü hareminde melekler dans ederler.

Olsa hâmûş Fehîmâ-yı suhan-sâz n’ola

Kalem-i nükte-ver-i nâtıka-perdâzına bak (G. 160/6)

Nükteli sözleri düzenleyen kalemine bakınca Fehîm’in susmasına şaşılmaz ki.

Nesîm-i gülşen-i tab-ı Fehîmâ’dan alup mâye

Zebânın nağme-senc-i vasf-ı nevruz eylesün bülbül (G. 192/5)

Bülbülün dili Fehîm’in yaradılışının gül bahçesinden maya alsın da nevruzun kıymetini anlatan nağmeler söylesin.

Yazmadı böyle dahi Mânî-i endîşe Fehîm

Levh-i dibâçe-i divân-ı hayâl üstine gül (G.196/5)

Ey Fehîm, hayal divanının sayfasına böyle bir gülü Mani bile çizemedi.

Ey Şems-i dîn yetiş ki o hurşîd -i pür-celâl

Cevr-i Fehîm-i nâdire-perdâza başladı (G. 275/6)

Ey dinin Şems’i yetiş çünkü o celalli güneş nazik sözler söyleyen Fehîm’e eziyet etmeye başladı.

N’ola lâl olsa cevâbunda Fehîm-i ter-zebân

Oldı hayrân zevk-i güftâr-ı hitâb-âlûduna (G. 250/5)

Hazırcevap Fehîm’in hitaba karışmış sözlerine hayran kalıp lal olduğuna şaşılır mı?

3. Şairliği Dışındaki Vasıfları ile İlgili Tefahür

Şairlerin en çok övündükleri alan şiir yazmadaki yetenekleri olsa da yaradılışları, anlayışları, zekâları, kabiliyetleri, âşıklıkta ne denli ileri gittikleri, şuh, rind tabiatları, ilim bilmeleri, dostları arasında tanınır, meclislerde imtiyaz sahibi olmaları gibi özellikleri ile de iftihar etmekten kaçınmadıklarını bilinmektedir. Aşağıdaki beyitte şair, akıllı, zeki, anlayışlı anlamına gelen fehîm sözcüğünü hem mahlası hem de anlayışlı, zeki anlamlarına gelecek şekilde tevriyeli olarak kullanmaktadır:

Hikmetün fehm eylemez tab-ı selîm olmayan

Lâzım oldı hem hakîm ü hem Fehîm olmak bana (G. 5/5)

Ey Fehîm, yaradılışı doğru olmayan seni anlamaz. (Şu halde), hem hakîm, hem de Fehîm olmak bana lazım oldu.

Şâh-ı istignâ-sipâham ben Fehîmâ çarh-ı dûn

Havf ile bin dürlü vaz-ı dil-nevâz eyler bana (G. 5/5)

Ey Fehîm, ben kayıtsızlık ordusunun padişahıyım. Alçak feleğin, bana, korkuyla gönül okşayıcı davranması bundandır.

Feyz-i istidâd hatm olmış meger sende Fehîm

İlm çok üstâd yok şâkird-i kâbil nâ-bedîd (G. 40/7)

İlim çok, yetenekli talebe görünmez. Fehîm meğerki yeteneğin feyzi sen de son bulmuş.

Fehîm’i âşık-ı şîrînden eyledi tercîh

Olur meyâne-i akrânda imtiyâz lezîz (G. 44/7)

Akran arasında lezzet imtiyaz sahibi olduğundan (dostları) Fehîm’i tatlı sevgiliye tercih ettiler.

Aşk âteşine sabra da şâkird-i Fehîm’üz

Âteşde semâ itmede üstâd-pesendüz (G.123/5)

Aşk ateşine sabır göstermeye Fehîm’in öğrencesiyiz. Ateşte dans etmekte de üstatların beğendiklerindeniz.

‘Fakr’ sözcüğünün gerek tasavvufi bir mana taşıması gerekse Hz. Peygamberin bazı hadislerinde fakirliği övmesi

Divan şiirinde çok kullanılmasına olanak sağlamıştır. Şairlerin de Hz. Peygamber gibi fakirlikle övünmeleri alışılagelmiş bir durumdur:

Ol kadar mağrûr-ı fakram Fehîmâ himmetüm

Mesned-i devletde şâhâne tacazzum ögredür (G.92/5)

Ey Fehîm, fakirlikle o kadar mağrurum ki (benim) himmetim devlet makamındaki büyüklere büyüklenmeyi öğretir.

Cevher-i tab u dimâgundur senün ancak Fehîm

Neşve-i aşk u hevâ-yı cânı temyiz eyleyen (G. 240/5)

Aşkın neşesini ve canın arzusunu seçen senin aklında ve yaradılışındaki cevherdir.

4. Sonuç

Farklı örneklerine rastlansa da gazeller genellikle aşk, güzellik, şarap muhtevalı şiirler olarak tanımlanır. Beyitlerin anlam bakımından birbirinden bağımsız olduğu bu nazım şeklinde son beyitte şair mahlasına yer verir. 16. yüzyıldan sonra şairlerin mahlas beyitlerinde kendilerine seslenerek tefahür etmeleri görülmeye başlanır. 17. yüzyıl ve sonrasında şairlerin bu beyitlerde övünmeleri büyük rağbet görür. Mahlas beyitlerinde fahriyeye çokça yer veren şairlerden birisi de Fehîm-i Kâdim’dir.

Şairin divanında iki yüz doksan üç gazel bulunmaktadır. Bu gazellerin mahlas beyitlerine bakıldığında elli altısında şairin tefahüre yer verdiği görülür. Bunlardan kırk dokuz beyit Fehîm’in şairliği ile ilgilidir. Bunlar şairin şiirini değerli taşlara benzettiği beyitler, Şiirini mucize/sihirli olarak ele aldığı beyitler, Şiirini/şairliğini diğer şiirler/şairlerle mukayese ettiği beyitler, çeşitli şekillerde tefahür ettiği beyitler olmak üzere dört başlıkta ele anılmıştır. Son başlıkta ise şairin sanatı dışındaki özellikleri ile tefahür ettiği beyitlere yer verilmiştir.

Şairin şiirini değerli taşlara benzettiği beyitlerde, şiirleri için dürr, güher, sadef, cevher gibi sözcükleri ve bu sözcüklerle kurduğu dürr-i nazm, dürr-i kelam, dürr-i nukat, cevher-i mazmun gibi terkipleri kullandığı görülür. Kemâl-i safvet-i deryâ-yı tab-ı pâk, dürr-i kelâmı zîver-i gûş-ı sürüş gibi dört beş sözcükten oluşan tamlamalar ve mübalağalı ifadeler de ise Sebk-i Hindî tesiri olarak karşımıza çıkmaktadır. Şairin değerli taşları kullanarak şiirini övdüğü beyit sayısı dokuzdur.

İkinci başlıkta ise şair, şiirleri için icâz, sihr, füsun, muciz ve kendisi için de sâhir, sehhâr gibi sözcükleri kullanmıştır. Yine aynı sözcükleri icâz-ı nazm, pür-füsûn, sihr-i şir, sihr-i icâz-ı Mesihâ, muciz-tırâz, muciz-fen-i sehhâr, Fehîm-i sihr-sâz, mâlik-i icâz gibi tamlamalarla Fehîm’in şiirini ve şairliğini tanımlamak için kullanılmıştır. Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi ve Hz. Musa’nın Allah ile konuşması bu başlıkta bulunan beyitler için telmih vasıtası olmuştur. Çünkü Fehîm’in şiirleri Hz. İsa’nın nefesi gibi sihirli, Hz. Musa’nın kelamı gibi mucizevidir. Bu bölümde bulunan beyit sayısı da on üçtür.

Çalışmanın üçüncü başlığı “Şiirini/şairliğini diğer şiirler/şairlerle mukayese ettiği beyitler” dir. Fehîm bu beyitlerde kendisini şûh-tab, merd-i bî-bâk-levend, zemânenün güzîn nütkedânı, tarz-âmûz-ı ehl-i şir, tab-ı şûh-ı suhân-tırâz, üstâd-ı kâmil, şâir-i nâzük-mizâc olarak tarif ederken; şiirlerini nev-tarz, nev-âyîne, nev-peydâ, hüsn-i beyân, bî-nazîr, tâze-mazmûn şeklinde tanımlamıştır. Zamanın seçkin nüktedanı olduğunu iddia eden şair kendisi gibi bir söz üstadı olmadığından, şiirlerinin benzeri bulunmadığından ve sözden anlayanların şiirinin hakkını teslim ettiğinden bahseder. Hâkânî, Şâhî ve Melik’in tarzlarını eski bulur; Nizâmî yeteneğinin küçük bir taklitçisi bile olamaz; Acem de ise Fehîm’in benzerine rastlanmaz. Kendisi ile boy ölçüşebilecek olan ya Urfî'dür ya Tâlib. Aynı zamanda kendisi Anadolu’nun Urfî’si olmakla övünür. Şairin en iddialı ifadelerle övündüğü mahlas beyitleri bu başlık altında yer almaktadır. On altı beytin yer aldığı bu kısım, şairin sanatını övmek için en çok kullandığı yöntemin diğer şairlerle mukayese etmek olduğunu gösterir.

Şairin, şiiriyle, bu örneklerin dışında farklı şekillerde övündüğü mahlas beyitleri de bulunmaktadır. Her ne kadar benzer ifadeler yer alsa da Fehîm, tâze ve nükteli gördüğü şiirinden bülbülün maya alması gerektiğine, böylece bülbülün ötüşünün tesirinin artacağına inanır. Şairin şiirleri, gökte melekleri raks ettirecek, denizin incisini utandıracak kadar etkileyicidir. Fehîm’in hem sözleri hem de manası yenidir, böyle hâkimâne sözler taklit de edilemez. Şiirini klasik ifadelerin dışına çıkarak methettiği bu başlık altında on bir mahlas beyti yer almaktadır.

Çalışmadaki son başlıkta ise Fehîm, şiirleri ve şairliği dışındaki vasıflarını dile getirir. Bu beyitlerde şair akıllı, anlayışlı, yetenekli, selim tabiatlı, dostları arasında imtiyazlı, aklında ve yaradılışında cevher ve hikmet sahibi olması ile övünmektedir. Bir beyitte Hz. Peygamber’e öykünüp fakirliği ile fahreden şair, bir başka beyitte “şâh-ı istignâ-sipâh” yani kayıtsızlık ordusunun padişahı olmakla övünür. Şairin, şairliği dışındaki özellikleri ile tefahür ettiği bu kısımda yedi beyit bulunmaktadır.

Toplamda iki üç yüz doksan gazeli bulanan şairin elli altı mahlas beytinde tefahür ettiği görülmüştür. Bu sayıya yalnızca gazellerin mahlas beyitlerindeki fahriyeler dikkate alınarak ulaşılmıştır. Şairin tüm şiirleri fahriye bakımından tahlil edilecek olursa çok daha zengin verilere ulaşılacağı düşünülmektedir.

KAYNAKÇA

  1. Akkuş M (1993). Nefî Divanı. Ankara: Akçağ Yayınları.
  2. Indexed at, Google Scholar   

  3. Çalka M.S (2014). Klasik Türk Şiirinde Rubâî. Doktora Tezi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  4. Indexed at, Google Scholar 

  5. İsen TI (2002). Divan Şiirinde Fahriye. Yüksek Lisans Tezi.  Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  6. Indexed at, Google Scholar 

  7. İsen-Durmuş TI (2007). Fahriyeler Işığında Osmanlı Şiirinde İdeal Şairin Portresi. Bilig, S. 43, s. 107-116.
  8. Indexed at, Google Scholar   

  9. Kırbıyık M (2007). Bazı 16. Yüzyıl Divanlarında Kıymetli Taşlar. Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, S. 18, s. 61-75.
  10. Indexed at, Google Scholar   

  11. Küçük S (2019). Bâkî Dîvânı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
  12. Indexed at, Google Scholar  

  13. Mum C (2013). Nefî’ye Giden Yolda Fahriye Şairi Olarak Bâkî. Prof. Dr. F. Tulga Ocak’a Armağan, s. 218-232.
  14. Indexed at, Google Scholar      

  15. Önal S (2007). Sebeb-i Teliflerdeki Ortak ve Farklı Temalar. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi TAED, S. 35, s. 105-124.
  16. Indexed at, Google Scholar, Crossref

  17. Sevgi A (2007). Sâlim’in Hüsrev ü Şîrîn’i Üzerine. Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, S. 17, s. 25-31.
  18. Indexed at, Google Scholar   

  19. Üzgör T (1991). Fehîm-i Kâdim Hayatı, Sanatı, Dîvân’ı ve Metnin Bugünkü Türkçesi. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.
  20. Indexed at, Google Scholar  

Announcements

You can send your paper at Online Submission System

  • The Journal of International Social Research / Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi ISSN: 1307-9581, an international, peer-reviewed, on the web publication, from 2007 will be issued least four times annualy.
  • Our journal is an independent academic publication based on research in social sciences, contributing to its field and trying to publish scientific articles that will bring innovation to the original and social sciences.
  • The journal has got an international editorial board and referee board, mainly embodied from the each individually professional on the social research fields.
  • Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi / The Journal of International Social Research became a member of Cross Reff since 2014 and started to assign DOI numbers to the articles. image
Google Scholar citation report
Citations : 8982

The Journal of International Social Research received 8982 citations as per Google Scholar report

The Journal of International Social Research peer review process verified by publons
Get the App